Göç Çalışmalarına Tersinden Bakmak: İstanbul’daki Avrupa Vatandaşlarının Göç Süreçleri ve Göçmenlik Halleri

İlknur Kurşunlugil

Özet

Eğer göçmen; vasıfsız, genç, erkek ve bekâr değilse, eğer göç; fakir ülkeden zengin ülkeye gerçekleşmiyorsa bu olguyu nasıl ele alacağız? “Göç Çalışmalarına Tersinden Bakmak: İstanbul’daki Avrupa Vatandaşlarının Göç Süreçleri ve Göçmenlik Halleri” başlıklı araştırmamızda çağdaş göç sosyolojisi alanında az işlenen olan bu konuyu incelemeyi amaçlamaktayız. Çalışmamızda 1990’ların sonu, 2000’li yılların başında eğitim, iş ya da macera amaçlı küresel bir kent olan İstanbul’a gelerek burada yaşamayı tercih etmiş Avrupalıların göç süreçlerini ve içinde bulundukları toplumdan anavatanlarını nasıl algıladıklarını araştırdık. XIX. yüzyılın sonundan itibaren küresel bir liman kenti olan İstanbul, Cumhuriyet’in ilânı ile birlikte Kemalist elitlerin ulus-devlet yaratma sürecinde homojenleşme politikalarının bir sonucu olarak dışarıya kısmen kapılarını kapamış olan İstanbul, 1980’li yıllarda Özal politikalarının bir sonucu olarak liberalleşme rüzgârlarının etkisiyle tekrar yabancı sermayeye ve yabancılara ev sahipliği yapmaya başlamıştır. Biz de bu süreçte, “küresel kent” ve “ulusaşırı toplumsal mekânlar” kavramları bağlamında, Osmanlı Devleti’nin son döneminden günümüze İstanbul’da yaşayan “elit” Avrupalıların toplumla bütünleşme süreçlerini incelemeyi amaçladık.

Ancak bu çalışmayı yaparken ulusaşırı göç ve diaspora çalışmaları gibi hâlâ ulus merkezli bir bakış açısından olguları ve araştırma nesnelerini açıklama çabasında olduklarından basite indirgeyen bir tutumun ötesine geçmeyi hedefledik. Söz konusu yöntemler, ulus devletin göçe çözülmesi gereken bir sorun olarak yaklaşma biçimini aşamadığı gibi kısır bir döngü içine de girmektedirler. Bu nedenle araştırmamız sırasında farklı bir tanımlama geliştirebilmek için Avrupa’dan Türkiye’ye göç sürecindeki aktörlerin yani İstanbul’da yaşayan Avrupa vatandaşlarının salt ulusal bir kimlik üzerinden değerlendirmek yerine göçmenlik deneyimleri penceresinden bakmayı tercih ettik. 

 Diğer taraftan 1990’lı yılların başında dengeleri sarsan SSCB’nin çözülmesi, Berlin Duvarı’nın ve Doğu Bloku’nun yıkılması gibi önemli gelişmeler, küreselleşmenin ivme kazanmasına olanak tanıdığı gibi yeni göç hareketlerinin ortaya çıkmasına ve var olan göç hareketlerinin yön değiştirmesine de yol açmıştır. Araştırmamız sırasında ulaştığımız istatistikler, Türkiye’nin artık göç veren ülkeden göç alan bir ülkeye evrildiğini ispatladığı gibi erkek egemen/önderliğinde gerçekleştirilen göç hareketlerinin yerini kadın göçmen yoğunluğunun yaşandığı göç hareketlerinin aldığını da ortaya koymaktadır.

  İstanbul’da yaşayan Avrupa vatandaşı göçmenler oldukça heterojen bir kitledir. Sadece Avrupalı kimliği üzerinden kesin çerçeve içinde sınıflandırma yapmaya çalışmak doğru olmayacağı için üçlü bir model oluşturmayı tercih ettik. Saha çalışmamızı gerçekleştirmeden önce uluslararası şirketlerde çalışmak için geçici bir süreliğine gelen göçmenleri expatlar, araştırma yapmak için veya uluslararası bir gazetede çalışanları araştırmacılar-gazeteciler ve Erasmus değişim programı ile gelip kalan öğrencileri, sanatçıları, öğretmenleri ve şu anda çalışmayanları maceraperestler olarak belirlemiştik. Ancak saha çalışmamızı tamamladıktan sonra Todorov’un ve Bourdieu’nün de rehberliğinde makalemizin son bölümü olan “İstanbul’da Yaşayan Avrupa Vatandaşlarına Dair Bir Tipoloji Denemesi” başlığı altında bulacağınız yeni sınıflandırmalar ortaya çıkmıştır.

Anahtar Kelimeler: İstanbul, Yaldızlı Göç, Elit, Avrupalı Göçmen, Küreselleşme,
Küresel Kent, Ulusaşırı Toplumsal Mekân

PDF

Avrupa Parlamentosu’nda Yer Alan Siyasi Grupların Helsinki Zirvesi Sonrası Türkiye İle İlgili Siyasi Sorunlara Yaklaşımları

Betül Aydoğan

Özet

Avrupa Birliği Antlaşması’nın 49. maddesine göre, Birliğe katılacak ülkeler için Avrupa Parlamentosu’nun (AP) onayının alınması gerekmektedir. Dolayısıyla, AP içinde yer alan siyasi parti gruplarının aday ülkeler ilgili değerlendirmeleri büyük önem taşımaktadır. Bu çalışma, diğer üye ülkelere nazaran daha uzun bir adaylık serüvenine sahip Türkiye açısından, siyasi parti gruplarının öne çıkan siyasi konulara yaklaşımlarını değerlendirmektir. Bu değerlendirme, Türkiye’ye adaylık statüsünün verildiği 1999 yılında gerçekleşen Helsinki Zirvesi’nden günümüze kadar yapılan AP genel oturumu tutanakları üzerinden gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın bulgularına göre, Kürt sorunu, Ermeni soykırımı iddiaları, insan hakları ihlalleri, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, Türk ordusunun siyasi rolü ve Kıbrıs sorunu yapılan değerlendirmelerde öne çıkan başlıca konulardır. Son üç dönemdir Parlamento’da en fazla sandalye sayısına sahibi olan Avrupa Halk Partisi (Hıristiyan Demokratlar – EEP), Türkiye için imtiyazlı ortaklıktan yana görüş belirtmektedir. Parlamento’da yer alan ikinci büyük grup olan Avrupa Sosyalistler ve Demokratlar İlerici İttifakı (S&D), Avrupa Birliği’nin bir Hıristiyan kulübü olmadığının ispatı için Türkiye’nin üyeliğinin büyük önem taşıdığını savunmaktadır. Avrupa için Liberal ve Demokrat İttifakı Grubu (ALDE) da Türkiye’nin üyeliğine olumlu yaklaşmaktadır. AB kurumlarına güvensizlik duyulmasına yol açacağı için Türkiye’nin imtiyazlı ortaklıkla Birliğe bağlanmasına karşıdır. Avrupa Serbest İttifakı/Yeşiller Grubu (Greens/EFA) diplomatik ilişkilerde ilerleme kaydedilmesi için Ermenistan’la ekonomik ilişkilerin arttırılması ve Ermeni soykırımının tanınması şartıyla Türkiye ile gerçekleştirilen müzakerelerde hedefi tam üyelik olarak görmektedir. Avrupa Muhafazakarlar ve Reformcular Grubu (ECR), Türkiye’nin üyeliğine tamamen karşı bir duruş sergilemektedir. Türkiye’ye aday ülke statüsü tanıyan ve müzakerelerin başlatılması kararını veren AB kurumlarını eleştirmektedir. Avrupa Birleşik Solu/İskandinav Yeşil Solu Konfederasyon Grubu (GUE/NGL), Kürt meselesini demokratik ve barışçıl yollarla çözmediği müddetçe Türkiye’nin üyeliğine karşıdır. Avrupa Özgürlük ve Demokrasi Grubu (EFD), Türkiye’ye adaylık statüsünün verilmesini AB tarihinde ölümcül bir hata olarak değerlendirmektedir.

Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği, Avrupa Parlamentosu, Siyasi Parti Grupları,
Türkiye-AB İlişkileri

PDF

Michael Hardt ve Antonio Negri: Yeni Bir Egemenlik Biçimi Olarak İmparatorluk ve Siyasetin Öznelerinin Yeniden Kavramsallaştırılması

Mustafa Demirtaş

Özet

Bu yazıda, küreselleşmiş bir dünyada genel bir iktidar teorisi oluşturmayı ve iktidara karşı siyasetin öznelerini yeniden kavramsallaştırmayı hedef alan Hardt ve Negri’nin İmparatorluk ve Çokluk kavramları ele alınacaktır. İlkin, İmparatorluk kavramından hareketle, günümüzde etkinliğini yoğun bir şekilde hissettiren karma bir kuruluş yapısının egemenliği analiz edilmeye çalışılacaktır. Daha sonra ise Çokluk kavramıyla bu karma egemen kuruluş yapısını yıkacak devrimci politik figürün kavramsallaştırılmasına girişilecektir. Bu her iki kavramsallaştırmanın, egemen iktidar yapısını anlamada ve bu iktidar yapısına karşı mücadele biçimlerini ortaya koymada devrimci özneye hem teorik anlamda hem de pratik anlamda nasıl yeni olanaklar kazandırdığı irdelenmeye çalışılacaktır. Son bölümde ise Hardt ve Negri’nin ileri sürdüğü bu kavramsallaştırmalardan hareketle, son dönemde açığa çıkan geniş toplumsal hareketler üzerine birtakım görüşler tartışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: İmparatorluk, Çokluk, Maddi olmayan emek, Toplumsal hareketler, Küreselleşme

PDF

Anadolucu Söylemde “Öteki” İmgesi

Ahmet Pakiş

Özet

Milliyetçilik konusuna ilgi duyan ve bu alanda çalışmalar yapan hemen hemen her araştırmacının hayli zamandır farkına vardığı hususların başında tek tip bir milliyetçilik olmadığı, milliyetçi projeler olduğu gerçeğidir. Bu bağlamda milliyetçilik farklı grupların ya da farklı projelerin belirli tarihsel-toplumsal koşullar altında gerçekleşen “hegemonya” mücadelesi olarak da görülebilir. Anadoluculuk, Anadolu milliyetçiliği olarak adlandırılan proje de son tahlilde milliyetçi bir refleksle hareket eder. Bu refleks diğer milliyetçi hareketlerde olduğu gibi “öteki”ni tarif etme “öteki”ni kodlama çabasına girer. Anadolucular için bu kodun anlamı kimi zaman Osmanlı bürokrasisi içinde yer alan devşirme kökenliler olurken kimi zaman da Rumeli’den Anadolu’ya göç etmiş olan Müslüman Türkler olabilmektedir. Bu çalışma kapsamında II. Meşrutiyet sonrası düşünce akımlarının, üç yaygın ideolojisini oluşturan Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük-Turancılık akımlarına bir tepki ve alternatif bir fikir akımı olarak gündeme gelen Anadoluculuk hareketinin ve bu hareketin kurguladığı “Anadolulu” kimliğinin “öteki” ile olan ilişkisi anlamacı/yorumsamacı yaklaşım çerçevesinde ele alınacaktır.

Anahtar Kelimeler: Anadoluculuk, Kimlik, Milliyetçilik, İdeoloji, Öteki

PDF

Güneş Dil Teorisi: “Batı” ve “Türk” Arasındaki Sınırı İdare Etmek

Özlem Bayraktar

Özet

Bu çalışma Cumhuriyetçi seçkinlerin aslında uzlaşmaz görünen “ulusal özü korumak” ve “topyekûn modernleşme” hedeflerini uzlaştırma çabalarını Güneş Dil Teorisi deneyimi ışığında sorunsallaştırmaktadır. Diğer dünya dillerinin Türkçe’den doğduğunu iddia eden Güneş Dil Teorisi, genellikle tek parti döneminin resmi milliyetçiliğinin ırkçılığın kıyısında dolaştığının göstergelerinden biri olarak değerlendirilmiştir. Nitekim, Orta Asya’dan geldiği varsayılan Türk ırkına yaptığı göndermelerle bu teori dönemin seçkinleri arasında hakim olan ırkçı havayı yansıtmaktadır. Ancak bu teoriyi Kemalist milliyetçiliğin ırkçı eğilimlerinin basit bir tezahürü olarak değerlendirmek eksik bir okuma olacaktır. Söz konusu ırkçı eğilimlerin yanı sıra, Güneş Dil Teorisi özelinde Türk dili üzerine yapılan tartışmalar, Cumhuriyetçi seçkinlerinin “Batılılaşma” ve “millileşme” hedefleri arasındaki kaygan sınırı idare etme çabalarına hakim olan pragmatist yaklaşımı yansıtmaktadır. “Ulusal öz”e sahip olma iddialarını sürdürmek ve modernleşme projelerini meşrulaştırmak zorunda olan Cumhuriyetçi seçkinler Güneş Dil Teorisi’nde onları bu ikilemden kurtaracak pragmatist bir yol bulmuşlardır.

Anahtar Kelimeler:Milliyetçilik, Dil Planlaması, Kemalizm, Irkçılık, Ulusal Kimlik

PDF

Düzen-Adalet İkilemi Açısından Arap Baharı Çerçevesinde Türk Dış Politikası

Nur Çetinoğlu

Özet

“Düzen” ve “adalet” kavramları arasındaki ilişki özellikle İngiliz Okulu’ndan Hedley Bull tarafından 1970’lerden itibaren derinlemesine ele alınmış ve kendisini takip eden yazarlarca daha sonraki senelerde de tartışılmıştır. Söz konusu iki kavram arasındaki ilişki Soğuk Savaş döneminde düzenin önceliği olarak net bir şekilde tanımlanırken, Soğuk Savaş sonrası dönemde bu kadar net bir şekilde tanımlamamaktadır. Gerçekten de objektif bir tanımı yapılabilen düzen ve objektif olarak tanımı yapılması zor olan adalet kavramları, her ne kadar birbirlerini tamamlasa da (zira “düzen”, Bull tarafından sosyal hayatın nihai değerlerinden biri olan “adalet”e ulaşılması için bir önkoşuldur), günümüzde uluslararası platformdaki tercihlerde çoğu kez bir ikileme /çıkmaza neden olmaktadır. Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası sistemde yaşanan değişiklikler Türk dış politikasındaki tercihleri de doğal olarak etkilemektedir. Bu çalışmadaki amacımız düzen kavramının tanımı ve adaletle ilişkisi bağlamında, Türk dış politikasının Arap baharı karşısındaki durumunu analiz etmektir. Türkiye’nin Orta Doğu’da hızla yayılan bu hareketlenme karşısındaki tutumu, “düzen”, “adalet” ve de en önemlisi bu iki kavram arasındaki ilişki bakımından ne anlama gelmektedir? Çalışmamızda bu sorunun cevabını bulmayı umuyoruz.

Anahtar Kelimeler: Düzen ve Adalet, Türk Dış Politikası, Arap Baharı

PDF